12 Eylül 2013 Perşembe

BÜYÜK İNSANLARDAN ÖZLÜ SÖZLER




BÜYÜK YIRTICI KEDİLER

KEDİGİLLERİ TANIYALIM

ÇİTA



Kedigiller ailesinden, saatte 112 km koşabilen en hızlı kara hayvanı. “Gepard” veya “av leopardı” da denir. Afrika’nın Cezayir’inden Asya’nın Hindistan’ına kadar uzanan bölgede rastlanır. Küçük kulaklı, uzun bacaklı olup, sarımtrak kahverengi postu siyah beneklidir. Bazan leopar (pars) ile karıştırılır. Leoparda benekler halkalı, çitada ise doludur. Ayrıca çitanın gözlerinin altından çenelerine doğru birer siyah çizgi uzanır. 75 santimetrelik kuyruğu ile beraber 210 cm boyunda, 50 kg ağırlıktadır. Yüksek otlar arasında gizlenerek antilop, ceylan, tavşan gibi memelileri avlar. Avına 112 kilometrelik bir hızla saldırır. Bu hızı 400-500 metre sonra düşmeye başlar. Bu mesafe içerisinde yakalanmayan avları pençesinden kurtulabilirler. Çita, tırmanamaz ve tırnaklarını kediler gibi pençenin içine çekemez. Ehlileştirilerek, ceylan ve antilop avında başarıyla kullanılır. Hindistan recaları böyle avlara çok meraklıdır. Avcılar çitayı at sırtında takip ederler.

Belirli üreme mevsimleri olmayıp, her yıl 95 günlük gebelik döneminden sonra gözleri kapalı 2-4 yavru doğurur. Bunların gözleri iki hafta sonra açılır, postları koyu beneklidir. Genellikle yalnız avlanan çitalar, bazan aile topluluğu halinde de avlanırlar. Postu, kürk için beğenildiğinden sayıları hayli azalmıştır.

ASLAN 



Kedigiller  ailesinin en büyük etoburu. Geniş alınlı, güçlü çeneli, uzayıp çekilebilen tırnaklı, sarımtrak kısa ve yatık tüylüdür. Kuyruğunun ucu püsküllüdür. Erkek aslanın başının etrafı uzun ve güzel bir yele ile süslüdür. Omuzlarının üzerine kadar dağılan bu perçem, kızdığı zaman kabarır.

Görkemli yelesi, olağanüstü kuvveti, azamet ve cesaretinden dolayı “Hayvanlar Kralı” olarak tanınır. Yelenin boyun ve göğsü sarış şekline göre; Berber aslanı, Senegal aslanı, İran aslanı, Hindistan aslanı, Kap aslanı gibi çeşitlere ayrılırlar.

Aslanın dili büyük ve diken gibi sert kıllarla örtülü olduğundan, yalarken avının derisini ve iri kemiklerin etini sıyırır. Bu dehşetli hayvan, pençesi ile avladığı canlı hayvanlarla geçinir. Kendi avından karnını doyurunca geriye kalanı terk edip, bir daha o leşi yemez. Hayvanat bahçelerinde bulunan aslanlara günde 5-6 kg taze öküz veya dana eti verilir.

Aslan; kuvvet, çeviklik ve cesaret sembolüdür. O kadar kuvvetlidir ki, kuyruğunun bir darbesi ile bir insanı devirebilir. Bir pençe darbesi ile de bir atın bel kemiğini kırar. Gece, dere ve ırmak kenarlarındaki sazlıklarda pusuya yatarak su içmeye gelen ceylan, maymun ve zebra gibi hayvanları bekler ve 60-70 km hızla avının üzerine hücum ederek yakalayıp, parçalar. Dolaşmasına ve avlanmasına mani olan sık ağaçlı ormanlardan kaçınır. Bütün gününü gölgede uyumak ve kendine çektiği muhteşem ziyafeti tembel tembel sindirmekle geçirir. Gece bastırınca birden canlanır; zira aslan için avlanmanın tam zamanıdır. Genellikle tek başına, bazan da bir kaç aslan beraber avlanır. Aslanlar aç gözlü değildir, av için kendi aralarında döğüşmezler. Bir kaç aslan aynı avdan beraberce karınlarını doyururlar. Erkeğinden daha ufak-tefek olan dişi, en az erkek aslan kadar yırtıcıdır.

Bir sıçrayışta 4-5 m uzağa atlar. Fil ve gergedandan başka büyük hayvanların hepsine saldırır. Kükremesi dehşetli ve korkunç olup, geceleri kükrediği zaman yarım saatlik mesafedeki hayvanlar bile korku ve heyecandan ürkerler.

Aslanın kuvvet ve cesaretine rağmen; insanlar, üstü dal ve otlarla örtülü bir çukura düşürmek gibi bazı tuzaklarla onu yakalarlar. Bazı Afrika yerlileri etini yerler. Birçok bölgelerde de tüyünden halı dokurlar. Aslan acıkmadıkça hiç bir hayvana saldırmaz. Kendisine hücum edilmedikçe insanlara dokunmaz. Böyle olmakla beraber bir defa insan etinin tadını aldı mı, insanlar için ciddi bir tehlike teşkil eder. Tarihe geçmiş insan avcısı aslanlar vardır. Aslan ehlileştirilebilir. Birçok oyun öğretilebilir, fakat gerçek manada evcilleştirilemez.

Çiftleşme mevsimleri değişiktir. Dişi aslan çiftleşmeden 108 gün sonra 3-4 (bazan altı) yavru doğurur. Yavrular gözleri açık doğarlar. Yavrularını üç ay emzirir. Önceleri baş ve ayakları benekli sırt ve kuyrukları enine çizgilidir. Zamanla bu lekeler kaybolur. Anne ve babaları tarafından üç yaşına kadar korunarak yetiştirilirler. Üç yaşını dolduran erkek yavruların yeleleri çıkmaya başlar, yedi yaşında olgunlaşırlar.

İnsanoğlu mümkün olduğu kadar aslanı, bulunduğu yerden uzaklaştırmıştır. Mısır, Asur ve Pers hükümdarları, aslanlarla savaşmayı sembolik görev olarak kabul etmişlerdir. On yedinci yüzyılda bir Moğol hükümdarı 100.000 askerle aslanları avlamıştır. 40 yıllık bir dönem içinde Romalılar, Roma’ya 50.000’den fazla aslan getirmişti.

Geçen yüzyılın sonlarında Afrika ve Hindistan’ın bazı bölgeleri hariç, her yerde aslanların nesli tükendi. İnsafsızca katledildiler. Güney Afrika’da çiftliklerin ve medeniyetin yayılmasıyla, 1860 sonuna kadar vuruldular, tuzağa düşürüldüler ve zehirlendiler. En kibar cinslerinden olan siyah yeleli Kap aslanının soyu tüketildi. Bugün bazı ülkelerde özel kanunlarla nesilleri korunmaya çalışılmaktadır.

                                                        LEOPAR

                                                  
Leopar, (Panthera pardus) etçil bir memeli türü. Pars olarakta bilinir. Familyası: Kedigiller (Felidae). Yaşadığı yerler: Asya ve Avrupa’nın birçok yerinde. Özellikleri: Açık sarımtrak postu, halkalı siyah beneklidir. Vücut uzunluğu 1,5 metre, kuyruğu 1 metre, ağırlığı 50 kg kadardır. İyi sıçrayıcı ve ağaca tırmanıcıdır. Antilop ve diğer memelileri avlar. Ömrü: 20 yıl kadar. Çeşitleri: Karapanter, İran parsı, Cava parsı, Afrika parsı, Çin parsı gibi çeşitleri mevcuttur.

Kedigiller ailesinden, Asya ve Afrika’da yaşayan yırtıcı bir memeli. Pars veya Panter olarak da bilinir. Kaplan ve aslandan daha küçük ve hafiftir. Kuyrukla beraber 210-270 cm boyunda, 50 kg kadar ağırlıktadır. Ağırlığı 90 kg gelenlerine pek az rastlanır. Postu açık sarı olup, sırt ve yan taraflarında siyah halka şeklinde benekler bulunur. Beneklerin orta kısımları post renginden daha koyudur. Beneklerinden dolayı bâzan çita ve jaguar ile karıştırılır. Leoparın benekleri halkalı, çitada ise doludur. Ayrıca, çitanın gözlerinin altından çenelerine doğru birer siyah çizgi uzanır. Jaguarın koyu çemberlerinin ortasında ise küçük siyah bir leke bulunur. Leopar bulunduğu yere çabuk adapte olur. Postundaki lekeler çevreden ayırt edilmesini güçleştirir. Ona üstün bir kamuflaj kâbiliyeti sağlar. Bu sâyede avlarına rahatlıkla yaklaşır. Yarı çöllerde sulak ormanlarda ve dağlarda bulunur. Türkiye’de güney Toroslar ve Aydın civarında tek tük görülür. Rengi genellikle açık sarı olmakla berâber Doğu Hint Adalarında siyah postlu olanlarına da rastlanır. Buna kara panter denir. Bu takdirde yine üzerinde siyah parlak halka izleri bulunur.

Evcil sığır ve koyunlara, maymun, geyik ve antiloplara pusu kurar. Sinsi, hilekâr ve yırtıcıdır. Evlere girerek evcil köpekleri boğar ve götürür. Maymun ve köpek etine düşkündür. Avını ensesinden ısırarak, boynunu kırarak veya şahdamarını keserek öldürür. Çoğunlukla yağmacılara karşı tedbir olarak avını, boynundan sürükleyerek bir ağacın yüksek dalına çıkararak yer. İnsan yiyenleri de vardır. Leoparlar üreme mevsiminin dışında yalnız dolaşmayı severler. Genellikle gece aktiftirler. Pusuya yatarak avına sıçrar veya ağaç dallarına çıkarak altından geçen hayvanların sırtına atlar. Asya’da yaşayanlarına çoğunlukla pars, Afrika’da yaşayanlarına Leopar denir. Yırtıcı hayvanların en tehlikelisidir. Günde bir sürüyü boğmaktan çekinmez.

20 yıl kadar yaşar. Yılın herhangi bir ayında eşleşir. 98-105 gün gebe kalır. Dişisi, bir kaya oyuğunda veya devrik bir ağacın kökleri arasında gözleri kapalı 2-5 yavru doğurur. Yavruların gözleri 10 gün sonra açılır. Gelişince annelerinin avına yardım ederler. 2 yaşında annelerinden ayrılırlar.İnsanlar leoparları, hayvanlarını öldürdükleri, bâzan da insanlara saldırdıkları ve postları için avlarlar.

Kuyrukla beraber 210-270 cm boyunda, 50 kg kadar ağırlıktadır. Ağırlığı 90 kg gelenlerine pek az rastlanır. Postu açık sarı olup, sırt ve yan taraflarında siyah halka şeklinde benekler bulunur. Beneklerin orta kısımları post renginden daha koyudur.

Avını ensesinden ısırarak, boynunu kırarak veya şahdamarını keserek öldürür. Çoğunlukla yağmacılara karşı tedbir olarak avını, boynundan sürükleyerek bir ağacın yüksek dalına çıkararak yer.20 yıl kadar yaşar. Yılın herhangi bir ayında eşleşir. 98-105 gün gebe kalır. Dişisi, bir kaya oyuğunda veya devrik bir ağacın kökleri arasında gözleri kapalı 2-5 yavru doğurur. Yavruların gözleri 10 gün sonra açılır.

 
                                                          KAPLAN


Kaplanın yaşadığı yerler: Asya’nın sazlık ve nemli ormanlarında. Özellikleri: Kedi cinsinin en büyük ve en yırtıcı memeli hayvanı. Erkeğin boyu üç metre, ağırlığı 250 kg kadardır. Aç kalınca köylere inerek hayvan ve insanlara da saldırır. Ömrü: 25 yıl kadar. Çeşitleri: Sibirya kaplanı, Sumatra kaplanı, Sunda kaplanı, Bengal kaplanı, Bali kaplanı, Hazar kaplanı, Çin kaplanı Ünlülarıdır.

Kedigiller familyasından tarçın renkli, postu kara çizgili yırtıcı bir memeli. Kuyruğu püskülsüzdür. Karnı beyazdır. Çizgili yüzünde de beyaz lekeler bulunur. Kaplanın memleketi Asya’dır. Kuzeyde Sibirya, güneyde Hindistan ile Malakka yarımadası arasındaki bölgede yaşar. Çizgili postu, otlu bataklık ormanlarında rahatça gizlenmesine yardımcı olur. Boş bulunan bina enkazları da kaplanlar için ideal barınaktır. Postunun rengi yaşadığı çevrenin rengine uyduğu için, uzaktan pek fark edilmez. Hindistan’ın Rewa bölgesinde yaşayan kaplanın postu kirli beyaz olup, üzerinde koyu kahverengi çizgileri mevcuttur. Gözleri, burnu ve ayak tabanları da pembedir. Yalnız veya grup halinde dolaşırlar. Kaplanların en küçüğü Sumatra, en irisi ise Sibirya kaplanıdır. Boyu kuyruğu ile dört metreye yaklaşır. Ağırlığı ise 325 kilogramdan fazla olabilir. Ortalama ömrü 25 sene kadardır.

Kaplan, aslana çok benzemesine rağmen, postunun çizgili ve yelesinin olmamasıyla ondan ayrılır. Aslan ile kaplandan meydana gelen melezin yelesi olabilir. Fakat kaplan esaret hayatında pek ender ürediği için bu cins melezlere pek nadir rastlanır.

Tehlikeli anlarda kendilerini suya atan kaplanlar rahatlıkla yüzebilirler. Sık çalılıklardan daha çok hoşlanan bu iri yapılı vahşi kediler, ağaca çok rahat tırmanırlar. Su bulunan yerleri tercih eden kaplanlar uzaklara gitmeden o bölgede gizlenerek avlanırlar. İnsan avcısı olmayan kaplanlar bu etin tadına alışınca, o bölge insanları için büyük bir tehlike arz eder. Böyle durumlarda köylerin bile terk edildiği Hindistan’da, kaplanların yiyip parçaladığı insan sayısı bine yaklaşır. İhtiyar, hasta kaplanlar kuvvetten düştükleri için normal avlarını yakalayamazlar. Bu durumda silahsız insanlara saldırırlar. Eskiden her sene Singapur’da 400, Cava’da 300 kadar insan, kaplanlar tarafından parçalanırdı. Belli bir çiftleşme mevsimi olmayan kaplanlar, 98-109 günlük bir hamilelik döneminden sonra, 2-4 yavru dünyaya getirir. Anne ve babanın büyüklüğü karşısında pek küçük olan bu yavrular 1-1,5 kg ağırlığında ve kedinin yarı büyüklüğündedir. İki haftalık oluncaya kadar gözleri kapalıdır. Anne tarafından büyük bir şevkatle bakılan yavrular, et yiyecek duruma gelinceye kadar sütle beslenir. Yavrularına dokundurtmayan anne kaplan, herhangi bir suretle yavrularına el değdirildiğinde korkunçlaşır. Küçük kaplanlar altı aylık olunca annelerinden gördükleri usullerle yavru avlamaya başlarlar. Bir yaşına gelince artık iyi bir avcı olurlar. İki yaşına kadar anneleriyle beraber bulunurlar. Dört senede erginleşirler.

Yırtıcı bir hayvan olan kaplan, geyik, antilop, dağ keçisi gibi yabani hayvanları avlamasının yanında koyun, at, inek gibi evcil hayvanları da parçalar. Bengal kaplanlarının bir senede altmış binden fazla koyun, at, inek parçaladıkları rivayet edilir. Hindistan’da yaşayan kaplanların başlıca besin kaynakları geyik, vahşi domuz ve tavus kuşudur. Çoğunlukla gece avcıları olmakla birlikte gündüz de avlanırlar.

Kafesteki bir kaplan günde 5-6 kg civarında et yediğine göre ormandaki hayvanın beslenmesi için daha fazla ete ihtiyacı vardır. Bir defada 20-25 kg et yiyebilir. Günlük et ihtiyaçları 8-10 kilogramdır. Su kenarlarında su içmeye gelen hayvanlara pusu kurar, sıçrayarak üzerine atılır, ön pençeleri ile yere yıkarak gırtlak ve boynundan ısırmak suretiyle öldürür. Bir sıçrayışta 6 metrelik engelleri aşabilir. Otçul av bulamadıkları zamanlarda timsah, kurbağa ve kertenkele de avlarlar. Bütün kaplanlar leş de yerler.

Kaplanın insanlara alışması güç olmakla beraber, evcilleştirilerek sirk gösterilerinde istifade edilmektedir. Korkuya kapıldığı zamanlarda parçalayıcı bir karaktere sahip olur.

                            
                                                           PUMA


Puma Familyası: Kedigiller (Felidae). Yaşadığı yerler: Amerika'nın dağlık ve ıssız sahralarında. Özellikleri: Boyu 1.5 metre, ağırlığı 120 kg kadar olabilen avcı bir memeli. Lekesiz postu, kahverengi-gri arasında değişir. İyi yüzücü, sıçrayıcı ve ağaca tırmanıcıdır. Ömrü: 20 yıl kadar. Çeşitleri: Yirmi yedi alt türü bilinmektedir.

Amerika kıtasında yaşayan, “kugar” veya “dağ aslanı” olarak da bilinen yırtıcı bir memeli. Uzunluğu 120, kuyruğu 70 cm kadardır. Ağırlığı 120 kg gelenleri vardır. Dişileri daha küçüktür. Küçük ve yuvarlak başlı bu hayvanın görünüşü, dişi aslana benzer. Yelesiz, kısa tüylü postu, kırmızımsı kahverengi tondan, griye kadar çeşitli renkler alır. Burun çevresinin bir kısmı, kulak ve kuyruk ucu siyahımtrak, boyun ve karın altı beyazdır. Postu tamamen siyah olanlara nadir rastlanır. Yavruları siyah benekli doğarlar, geliştikçe benekler kaybolur.

Puma, mükemmel bir avcıdır. Usta sıçrayıcı, yüzücü ve ağaca tırmanıcıdır. Durduğu yerden 6 metre mesafeye sıçrayabilir. 18 metre yükseklikten yaralanmadan atlayabilir. Güney Kanada'dan, Kuzey Amerika'ya kadar uzanan bölgenin dağlık, bataklık, sahra ve yüksek ormanlarında yaşayan ve oralardaki mağaralarda barınan müthiş bir hayvandır. Geyiklerin düşmanı olarak tanınırsa da yaşlı ve üreyemeyen geyikleri avladığından, daha sağlıklı bir sürünün üremesini sağlar. Gündüzleri bir mağarada uyuklar, sazlıklarda veya ağaçların üzerinde dinlenir. Akşamları avlanır. Üreme devresinin dışında yalnız dolaşır.

Sessizce avına yaklaşarak arkadan saldırır. Ense kökü veya boynundan ısırarak öldürür, karnını deşerek barsaklarını çıkarıp gömer, ziyafetten sonra kalanını çalı-çırpı ile örterek gizler. Ertesi gün yeni bir av bulamadığı takdirde tekrar buraya döner. İnsanlara ve evcil hayvanlara saldırır. Diğer kediler gibi mükemmel bir vücut esnekliğine sahiptir. Vücudu kaslı ve çeviktir. Keskin tırnaklarını pençelerinin içine çekebilir. Avları oklukirpiden, öküze kadar değişebilir. Geyik, kurt ve genç ayılara düşkündür. Avcı ve köpeklerden kaçar. Kıstırıldığında ağaçlara tırmanır. Bu hareketiyse onun rahatça vurulmasını sağlar. Her mevsimde üreyebilir. Dişi 90 günlük bir gebelikten sonra, gizli bir inde 3-5 yavru doğurur. İki yılda bir ürerler, 20 yıl kadar yaşarlar. Küçükken evcilleştirilebilir. Büyüdükçe keskin tırnaklarıyla halı ve duvarları yırtarak zararlı olmaya başlar. Çoğunlukla spor maksadıyla avlanmaktadır.
                                             

                                                          JAGUAR


Kedigiller ailesinden, Güney ve Orta Amerika’nın sık ve bataklık ormanlarında yaşayan etçil bir memeli. 180-220 cm boyunda, 90 cm yükseklikte, 60-120 kg ağırlığındadır. Kuyruk uzunluğu 75 santimetreye varır. Kısa ve parlak tüylü postu, sırt tarafta kahverengi ve sarımtrak olup, kara çemberler biçiminde beneklerle kaplıdır. Karın kısmı ise açık beyazdır. Amazon Vadisinde yaşayan siyah jaguarlar da vardı. Bunların benekleri ancak aydınlıkta görülebilir. Jaguar, leopara çok benzer. İkisinde de deri siyah halkalı beneklerle kaplıdır. Fakat jaguarın bu beneklerinin ortasında siyah bir veya bir kaç nokta bulunur. Ayrıca, jaguar yalnız Amerika kıtasında yaşar.

Çene ve pençeleri çok kuvvetli olan jaguar, sabırlı ve kurnaz bir avcıdır. Gündüzleri dinlenip akşam karanlığında genellikle su kenarlarında avlanır. Su üstüne uzanan dallara yatar, su içmeye gelen hayvanları saatlerce pusu kurarak bekler. İyi yüzücü olduğundan avını su içinde de takip eder. Su içinde tapir, alligator ve timsahları avladığı gibi, ağaçlarda daldan dala atlayarak maymunları da avlar. İnsan dahil çeşitli memelilerle beslenen korkunç, yırtıcı bir hayvandır. Öldürdüğü avını bir yere taşıyıp yer. Artanını da yumuşak toprağa gömerek saklar. Kayalık yerlerde ise meydana bırakır. Balık ve leş de yiyecekleri arasındadır.
Üreme mevsimi dışında yalnız dolaşmayı sever. Genellikle haziran ayında çiftleşir. Dişisi 110 gün kadar sonra gözleri kapalı 2-3 yavru doğurur. Yavrular 2-3 yıl içinde erginleşirler. Bunları küçükken evcilleştirmek mümkünse de, büyüyünce insanlar için çok tehlikeli olurlar.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Spor' daki Gelişmeler

Dakika dakika isyan

Dakika dakika isyan 

F.Bahçe'nin kaptanı, Konyaspor'un ikinci 45 dakikadaki baskılı oyunu ve rakibin üst üste gelen atakları nedeniyle sürekli kulübeye dönüp, hocası Yanal'la tartıştı

Fenerbahçe, Galatasaray mağlubiyetinin ardından lige de Torku Konyaspor karşısında şok yenilgiyle başladı. Sarı-lacivertliler, ilk yarıda elde ettiği 2-0'lık skor avantajını ikinci yarıda koruyamazken bu sezonki 4. resmi maçta da, ikinci yarılardaki mahkum oynama hastalığını devam ettirdi. Bu da isyanı beraberinde getirdi. F.Bahçe'nin tecrübeli kaptanı Emre Belözoğlu, ikinci 45 dakika boyunca saha içinden kulübeye dönerek Ersun Yanal ile tartıştı.

İŞTE KONYA'DA YAŞANANLAR

55 'Mesafe uzadı' uyarısı
Konyaspor'un santrforu Thorvaldsson'un kaçırdığı golün ardından Konya ataklarının sıklaşmasıyla Emre ilk kez kulübeye döndü. El işaretleriyle takımın mesafesinin uzadığını, ileri üçlünün geriye yardım edemediğini ve baskının nedeninin bu olduğunu anlatmaya çalıştı. Emre'nin bu uyarısından 3 dakika sonra Alper çıktı oyuna Salih girdi.

60 Kuyt'ın yerine Webo
Emre yine kulübeye döndü, aynı sorunun devam ettiğini anlattı. Yanal'ın hamlesi bu kez Kuyt&Webo değişikliği oldu. Değişiklik, Emre ile yaşanan diyalogdan 2 dakika sonra gerçekleşti.

73 Cristian'ı dinledi
Webo'nun girmesiyle hem sol hem sağ kanat savunması aksamaya başladı. Sağ bek Topuz'un yaptırdığı penaltı sonrasında Emre yere çöktü, kulübeye döndü. Penaltının kaçmasının ardından, Yanal'ın yanına giden Cristian, Emre'nin yanına gideceğini, Salih'in ikisinin önünde oynamasını istedi. Yanal hemen orta saha kurgusunu değiştirip Cristian'ın önerisini gerçekleştirdi

76 Sinirini toptan aldı
Konya'nın ilk golünden sonra Fenerbahçe pas yaparak oyunu soğutmaya çalıştı. Bir pas hatasının ardından top taç çizgisini geçti. Emre teknik heyetin önünde taca çıkan topa sert bir şekilde vurarak topu tribünlere gönderdi.

90 Soyunma odasından ilk çıktı
Konya'nın golleri art arda geldi, Fenerbahçe'nin son çabaları da sonuç vermeyince eldeki 3 puan kaçtı. Emre son düdüğün ardından hiç kimseyle konuşmadan hızla soyunma odasına yürüdü. Soyunma odasından ilk çıkan isim oldu. Hızla otobüse bindi ve kimseyle konuşmadı. 



                                   
   

Fenerbahçe’nin patlayamayan yıldızına sürpriz talip!

Fenerbahçe'de yeterli performansı gösteremeyen ve gözden düşen Krasic'e Rusya'dan talip var.

F.Bahçe’nin gözden çıkardığı ve yabancı sınırı nedeniyle başka bir kulübe göndermeyi planladığı 28 yaşındaki Sırp kanat oyuncusu Milos Krasic’i isteyen Rus kulübü Kuban Krasnodar’dan bir yetkili Rus basınına konuştu.
Krasic’i 1 yıl kiralamak isteyen ve 5 milyon Euro satın alma opsiyonu koymayı planlayan Kuban’dan bir yetkili; “Krasic’in, Krasnodar’a kiralanmasıyla ilgili basına yansıyanlar erken ama doğru. Takımımızı ligde iyi konuma getirecek oyunculardan biri” dedi.

 

Alex’e bir büyük onur daha!


alex de souza
Sarı- lacivertli taraftarlarca heykeli dikilen Alex de Souza’ya bir onur da ülkesi Brezilya’dan geldi.
Coritiba formasıyla da harikalar yaratan efsane kaptana, Parana Eyaleti fahri vatandaşlığının verilmesi gündeme geldi.
Eyalet yönetim kurulu üyesi Valdir Rossoni tarafından verilen öneri kabul görürse, Fenerbahçe’de neredeyse kırmadık rekor, yaşanmadık başarı bırakmayan Alex’e “Altın Çocuk” ünvanı verilecek.

10 Ağustos 2013 Cumartesi

OSMANLI

KARAR: FATİHİN ELİNİN KESİLMESİNE..!

Bir devletin iki temel vazifesi vardır: Birincisi, ülke sınırları içinde adaleti ayakta tutarak vatandaşlarının haklarını korumak ve ikincisi de vatanın sınırlarını düşmanlara karşı savunmaktır. İşte şanlı Osmanlı Devleti'nin -etrafını saran düşman devletlerin toplam nüfuslarının kendinden 3-4 kat fazla olmasına rağmen- 600 yılı aşkın bir süre böyle bir coğrafyada ayakta kalabilmesinin sırlarından biri de bu adaleti ayakta tutma çabasıdır.. İşte o adaletin zirveye ulaştığı dönemden altın bir sayfa:

"Belgrat'ta düşmanı ters yüz eden ve daha 21 yaşında iken İstanbul'u fethedip Bizans'a haddini bildiren büyük sultan Fatih Sultan Mehmed İstanbul'u fethettikten sonra yaptıracağı camiin belli bir sayıda sütuna oturtulmasını ister ve Rum mimar Sinan Atik'e bu mevzuda talimat verir. Fakat Rum mimar, bu talimata uymayarak sütun sayısını eksik tutar ve Fatih'e göre önemli bir mimarî hata işler. Bunun üzerine Fatih, Rum mimarın elinin kesilmesini emreder ve mimarın eli kesilir. Bunun üzerine eli kesilen Mimar Sinan Atik, padişah aleyhine dava açar. İstanbul Kadısı Hızır Bey mimarın şikayetini kabul ederek davayı açar.. Fatih de kararı mahkeme salonunda davacı ile aynı hizada ve ayakta dinler. Üsküdar'da yapılan mahkemenin sonucunda Rum mimar davasında haklı bulunarak Fatih'in elinin kesilmesine karar verilir..

Bir cihan sultanının aleyhine çıkan kararla irkilen Rum mimar bu adaleti gördükten sonra -ailesinin geçinebileceği nafakanın temini şartıyla- davasından vazgeçer. Ve böylece davacının geri adım atmasıyla Fatih'in eli kesilmekten kurtulmuş olur. Fatih -şahsi mal varlığından karşılanmak kaydıyla- günde 10 altın tazminata mahkum olur ve hatta kısastan kurtulduğu için, bu tazminatı kendiliğinden 20 altına çıkarır.

Evliya Çelebi'nin naklettiğine göre Fatih, mahkemeden sonra Hızır Çelebi'ye dönerek: "Eğer Allah'ın hükmüyle hükmetmeseydin, şu kılıçla senin kelleni indirecektim!" der. Bunun karşısında Hızır Çelebi de "Eğer verdiğim hükmü kabul etmeseydin, ben de adaleti uygulayacaktım!" diyerek sakladığı hançeri göstererir.."

Bu davanın görüldüğü Üsküdar Gülfem Mahallesi'ndeki 11 numaralı kırmızı taş bina günümüzde de ziyaretçilere açıktır..
OSMANLI RUHU

Önce kalpleri fethettiler.

Kılıç yerine kalem oldular, kalkan yerine kitap oldular, mızrak yerine mızrap oldular gönül sazlarına.

Yanık ney oldular sufinin meşkine.

Itri oldular nağme nağme fethettiler gönülleri.

Fuzuli oldular aşk ile mısra mısra dirilttiler zihinleri.

Irk bilmediler, mezhep bilmediler, ayrılık bilmediler.

Elif gibi diktiler savaşta, Vav gibi eğildiler zaferde.

Osmanlı böyle doğdu.

Osmanlı ruhu böyle yaşadı, yaşattı.

Evlatlarına böyle bir ruh bıraktı.

-/-

Orta Asya steplerinden doğan ve usulca Anadolu'ya akan ince bir dereydik. Yağmur sularından, kar tanelerinden beslendik.

Anadolu'nun mümbit topraklarını sabırla dolandık, inançla çapaladık, duayla suladık.

Ahiyan-ı Rum, Baciyan-ı Rum tohumlar ekti, damla damla Fatiha okudu, çisil çisil salavatlarla büyüttü ektiklerini.

Koç yiğitler bitti topraklarımızdan. Adı güzel kendi güzel, gönlü güzel yiğitler nam saldı diyarlara.

Bileği kuvvetli, yüreği geniş, kalbi şevkatli bilgeler hüküm sürdü topraklarımızda.

Eli açık, gözü tok, merhameti deniz, iradesi çelik, sabır taşına inat gül yüzlü kahramanlar doğdu.

Deremizi çağlatılar, ırmak ettiler.

Asya steplerinden Anadolu bozkırına aktılar. Dervişan, müridan, muhibban, sadıkan gürül gürül aktılar; Horasan erenlerine, Şirvan pirlerine, Erdebil dervişleriyle hemhal oldular.

Bir oldular, birlik oldular suladılar bozkırı bereket getirdiler, rahmet getirdiler, aşk getirdiler.

'Huu' dediler, 'Hayy' dediler, 'Hakk' dediler maya çaldılar Anadolu toprağına.

Tohumları fide ettiler, gün doğmadan okudular, gün batmadan secde ettiler onu verene.

'Ya Mevla' dediler, 'Ya Hayyum' dediler, 'Ya Kayyum' dediler bir elden aldılar, öbür elle verdiler şifa arayan ruhlara.

Derdi olana 'Ya Şafii' dediler, aç olana 'Ya Rezzak' dediler, zulme uğrayana 'Ya Muntekim' dediler dua ettiler, sırtlarını sıvazladılar.

Düşmana korku, mümine cesaret verdiler, dağ oldular yaslandı tüm insanlık.

Fideleri ağaç ettiler.

Dallarını gölge ettiler insanlığa. Yaprak yaprak saçıldılar, güneşe açıldılar.

Gören göz, işiten kulak, veren el, seven kalp oldular.

Aşıklar diyarında Yunus oldular, ozanlar diyarında Karacoğlan oldular, Ehlibeyt'in hatırasında Pir Sultan oldular.

'Huu' dediler, 'Hayy' dediler, 'Hakk' dediler, bir oldular, diri oldular, birlik oldular.

Irmakları çağlattılar akarsu ettiler.

Gürül gürül coştular, coşturdular suları akıttılar ovalara Söğüt'e vardılar.

Söğüdün dallarında huzur verdiler, sükun verdiler, adalet verdiler. Darda kalana omuz verdiler, yolda kalana yoldaş oldular, ağlayanla ağladılar, gülenle neşelendiler.

Gözlerini ufka diktiler. 'Ya Celil' dediler zalime hiddetlendiler, yürüdüler 'Ya Müntakim' dediler mazlumun hesabını sordular.

Fevc fevc ufuklara aktılar, kaleler, beldeler, sancaklar fethettiler.

İndiler nallarından ateş çıkartan atlarından secdeye kapandılar, 'Ya Allah' dediler, 'Malik ül Mülk' sancağını burçlara diktiler.

Elif gibi diktiler savaşta, Vav gibi eğildiler zaferde.

Çağladılar akarsuları akıttılar Bahr-ül Fuad'a.

Önce kalpleri feth ettiler. Kılıç yerine kalem oldular, kalkan yerine kitap oldular, mızrak yerine mızrap oldular gönül sazlarına.

Yanık ney oldular sufinin meşkine.

Itri oldular, nağme nağme fethettiler gönülleri.

Fuzuli oldular, aşk ile mısra mısra dirilttiler zihinleri.

İbni Sina oldular, ruhlara şifa, dertlere derman verdiler.

Koca Sinan oldular, Süleymaniye'ye kubbe, Selimiye'ye minare yaptılar bin yıl yaşadılar.

Kılıç ehli olmadılar sadece, top tüfek kurmadılar en once, mancınıkla attıkları ateş topu değildi evvala.

Aşk vardı 'El Vedud' dediler. Muhabbet vardı, zarafet vardı 'El Halim' dediler. Dua vardı, zikir vardı 'Ya Rahman' dediler.

Diz büktüler, boyun kestiler, hürmet ettiler, ayıpları görmediler 'Ya Settar' dediler.

Irk bilmediler, mezhep bilmediler, ayrılık bilmediler.

Önce bunlar fethetti diyarları, evleri, ocakları, bucakları.

Önce insanı fethettiler, sonra kaleleri.

Dereleri, ırmakları, akarsuları durmadı denizlere ulaştı, dalga dalga vurdular surlara.

Karayel oldular, poyraz oldular estiler boğazlarda, haliçlerde, hisarlarda.

Gürlediler 'Ya Melik', 'Ya Allah' diye.

Fatih oldular, fethettiler Konstantiniye'yi.

Irmakları akrasu, denizleri derya oldu.

Barbaros oldular, Piri Reis oldular keşfettiler ummanı.

Duaları, niyazları kabul oldu. Nice fetihler böyle nasip oldu.

Tohumları fide, söğütleri çınar oldu.

Osmanlı böyle doğdu.

Osmanlı ruhu böyle yaşadı, yaşattı.

Evlatlarına böyle bir ruh bıraktı.
GEOMETRİ UZMANLARI OSMANLI CAMİLERİNE HAYRAN KALDI: "BUNLAR AVRUPA MİMARİSİNDEN DAHA İYİ"

"Dünyanın tanınmış geometri uzmanları, Selimiye, Süleymaniye, Divriği gibi yapıları inceledi. Sonuç: Türk-İslam eserlerindeki geometrik şekiller birçok mineralin içyapısıyla aynı. İşçilik muhteşem."

Türkiye'deki bazı camileri incelemeye alan dünyaca ünlü geometri uzmanları, İstanbul'da Şehzadebaşı Camii, Edirne Selimiye Camii, Bursa Ulu Camii, Yeşil Türbe, Konya Mevlana Camii, Sivas Divriği'ndeki tarihi yapılarda incelemelerde bulundu. Yapılar, "Geometrik olarak muhteşem eserler" olarak tanımlandı. Çalıştay'daki en çarpıcı teori ise, Nazi sembolü Gamalı Haç'ın Asya Türk-Altay kökenli bir sembol olduğu yönündeki Danimarkalı Prof. Dr. Emil Makovicky'in tespiti oldu. Türk-İslam yapılarındaki geometrik zenginliğin tanıtılması için çok sayıda etkinlik düzenleyecek. Dünyanın önde gelen kültür merkezlerinde birçok sempozyum organize edilecek.

AVRUPA MİMARİSİNDEN DAHA İYİ

Çalıştay ABD, Hollanda, İngiltere, Fransa, İran, Dubai ve Türkiye'den uzmanların katılımıyla gerçekleşti. Bilim adamları, İslam eserleri üzerindeki çeşitliliğin ne Rönesans, ne de modern Avrupa mimarisiyle kıyaslanamayacak düzeyde estetik olduğu görüşünde birleşti.

CAMİLER BİLİM ADAMLARINI ŞAŞIRTTI

- Kafkas Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya bölümünden Prof. Hacali Necefoğlu: "Quartz mineralinin yapısı ile Azerbaycan'daki Berde Türbesi'ndeki motif aynı. Aynı sembolün Türk boyu Artuklular tarafından Mardin'de de kullanıldığını belirledik. Eorinit mineralinin yapısını Nevşehir'de bir eserde tespit ettik."

- Danimarkalı jeoloji profesörü Emil Makovicky: "Eserlerdeki geometrik şekilleri incelediğinizde bu eserleri yapanların simetri konusunda bilgi sahibi olduğu sonucuna varıyoruz. Dünyadaki en gelişmiş geometrilerden İslam eserlerinde olduğunu söyleyebilirim. Estetik olarak da dünyada başı çektiklerini söyleyebilirim. Selçuklu eserleri tartışılmaz en iyileri.

- İslam mimarisi ve geometrik desenler alanında otorite isimlerden ABD'li Jay Bonner: "Özellikle, Selçuklu Türk desenleri karşısında büyülendim. Bu eserler geometrik bir başyapıt."


"GAVUR" LAKAB

SULTAN ABDÜLHAMİD VE BATININ HİLAFET KORKUSU

Sultan Abdülhamid'in "hilâfet" eksenli bir himaye politikası ile Osmanlı merkezli ortak bir gönül dayanışması oluşturma gayreti batılı devletleri ciddi manada rahatsız ediyor ve bunu kendileri için büyük bir tehlike olarak görüyorlardı.

Sultan Abdülhamid bu korkuyu Rum yazar M. De Grece'e şöyle aktarır: "Çalışma odama Müslüman ülkelerin yeşil renkle işaretlenmiş olduğu bir haritayı asmıştım. Yabancı elçileri, özellikle de İngilizleri her kabul edişimde parmağımı haritaya doğru götürüyordum. Bu bile onları endişelendirmeye yetiyordu."

Gerçekten de Ortadoğu'da bulunan zengin petrol yataklarına göz diken emperyalist Batılı devletler -bilhassa İngiliz ve Fransızlar- bir taraftan ajanları vasıtasıyla milliyetçilik fikirleri aşılayarak Osmanlı'yı parçalamaya çalışırken, diğer taraftan da kendi sömürgelerini İttihad-ı İslâm düşüncesinden uzak tutma gayreti içindeydiler.

Sultan Abdülhamid ise müslümanlar için tek kurtuluşun birlik olmaktan geçtiğini şu veciz sözleriyle ifade ediyordu: "Müslümanların bulunduğu yerlerle irtibatımız daha sıklaşmalı, birbirimize daha fazla yaklaşmalıyız. İstanbul için, yalnız bu birlikte ümit vardır. İslâmiyet'in birliği devam ettiği müddetçe, İngiltere, Fransa, Rusya, Hollanda vs. elimizde sayılır... Henüz zamanı gelmiş değil, ama bir gün mü'minler, birden kalkınacaklar ve tek bir insan gibi hareket ederek gâvurların boyunduruğunu kıracaklardır.."

Sultan Abdülhamid'in İttihad-ı İslâm siyaseti İngilizleri hayli tedirgin etmekteydi. Bu düşünceyi tesirsiz hâle getirmek için Hindistan Müslümanları üzerinde baskı ve şiddet uygulamaya başladılar. Arap ülkelerinde ise daha başka yollar izlediler. Buralarda "Arap Halifeliği" veya "Arap Irkçılığı" ön plâna çıkardılar. Özellikle halifeliğin Osmanlı'dan alınması için "Halife Kureyş'ten, yani Araplardan olmalıdır." propagandasını yaymaya başladılar. Fakat Sultan Abdülhamid'in müdehalesi ile Kahire gazeteleri, Halifenin Kureyş'ten değil, kuvvet ve kudret sahibi Müslümanların içinden olması gerektiği şeklinde yayımlar yaptı. İngilizler, burdan netice alamayınca, bu defa da halifeliğin tarihî ve dinî temelleri kalmadığı şeklinde propagandaya başladılar. "Hilafet Abbasilerle sona ermiştir, ondan sonrası sahtedir." diyorlardı.

İngilizler bütün bu safhalarla birlikte, müslümanlar için en tehlikeli faaliyete girişerek, din duygusunu silip süpüren ırk esasına dayalı milliyetçiliği tahrik etmeye, ayrılık ve nefretleri türlü türlü fitnelerle körüklemeye başladılar.

Neticede dünya asayişi için en büyük denge unsuru olan Osmanlı İmparatorluğunun ortadan kalkmasıyla, yeryüzü, binlerce yıldan beri görüp görebileceği en kanlı ve çalkantılı yüzyılına girmiş oldu..
I TAKILAN SULTAN II. MAHMUD'UN BİR FERMANI

Bazı çevreler tarafından (hâşâ) "gâvur" lakabı takılan Sultan II. Mahmud, diğer Osmanlı Padişahlarına kıyasla dindarlığı çok olmayan bir padişah olarak bilinir.. Şimdi Sultan Mahmud'a ait şu aşağıdaki fermana bir bakıp, bugünün en dindarları kendini ona kıyaslasın..

Belge İsmail Ferruh Efendi’nin (*) sürgün emridir. Sadrazamın takriri üzerine Sultan II. Mahmud hatt-ı hümayunu kendi el yazısı ile yazmıştır:

Benim Vezirim.. İşbu takririn ve pusla manzûr ve ma'lûm-ı hümâyûnum olmuşdur. Bütün bütün nâssın ıslahı vüs'-ı beşerden hariçdir. Ancak elden geldiği mertebe şer'-i şerifin mugâyiri olan şeylerden nâssı men'etmeğe sa'y-u gayret eylemek pek lazımdır ki ma‘azallahi te‘âlâ bilerek sükût olunsa beraberce âsim olunmak lazım gelir. Mumaileyh İsmail Efendi müsinn ve ihtiyar ise de ekseri ihtilâtı gâvurlar ile olduğundan akaid-i diniyyesi olmadığına bu da delil-i kavîdir...

(Sadeleştirilmiş Şekli: "İnsanların toptan terbiye edilmesi insan gücünün üzerinde olduğundan, mümkün değildir. Buna rağmen Şeriat'a aykırı olan şeylerden halkı menetmek çok gereklidir ki, maazallah bilerek sessiz kalınsa birlikte günahkâr olunacağı muhakkaktır. İsmail Ferruh Efendi her ne kadar yaşlı bir adam olsa da çoğunlukla gâvurlarla bir araya gelmekte, dostluk sürdürmektedir. Bu durum dini akidesinin olmadığına güçlü bir delildir...")

(*) {Aslen Kırımlı olan İsmail Ferruh Efendi Sultan İkinci Mahmud devri devlet adamlarındandır. Londra sefiri olduğu sıralarda masonlarla teşrik-i mesaisi olmuştur. Beşiktaş Cemiyeti İlmiyyesi adı verilen gizli örgütün lideri olarak bilinir. Bu gizli örgüt, toplantılarını İsmail Ferruh Efendi’nin Ortaköy’deki yalısında gerçekleştirirdi. Burası için İstanbul’un en eski mason localarından biri de denilmiştir. Yeniçeri Ocağı’nın ilga edildiği 1826 senesinde Bektaşilik suçlaması ile bu örgütün bilinen üyeleri çeşitli yerlere sürüldü.}
Beğen ·

Japon İmparotoru Meiji'den Osmanlı Sultanı II.Abdülhamid Hân'a Dostluk Mektubu, 10 Mayıs 1888

Şevketli, kudretli dostum, yüce ve muhteşem muhibbim Sultan Abdülhamid Hân Hazretleri;

Azim mülkünüze giden tebaamızın daima hoş bir kabul gördüğünü ve özellikle sevgili Prens Komatsu Akihito ve eşi prenses hanımefendinin sizin katınızda gayet güzel bir kabule mazhar olduklarını haber alınca pek memnun ve mesrur oldum. Dolayısıyla samimi ve büyük dostluğumuzun eser ve delilini siz padişah hazretlerine ibraz etmek arzusundayım. Bu manada büyük “Krizantem” nişanımızı zatınıza hediye ediyor ve mektupla birlikte gönderilen mezkûr nişanı lütfen kabul buyurmanızı rica ediyorum.

Yine bu vesileden istifadeyle azim hürmet ve değişmez muhabbetimin teminatını beyan ederim.

Mutsuhito
Tokyo Sarayı
“Evlerin kapısının üstünkörü kapatıldığı ve dükkanların çoğunlukla açık bırakıldığı İstanbul’da her sene en fazla beş, altı hırsızlık vakası görülür.” (A. Brayer, 19.YY).

“Dükkanlardan öteberi satın alırken para kesemi ya da saatimi unuttuğum çok oldu. Bazen verdiğim paranın üstünü almadan çekip gittiğim de oldu. İşte bu dalgınlığıma rağmen Türk dükkanlarında hiçbir zaman tek bir meteliğim dahi kaybolmadı, çünkü bu gibi durumlarda dükkancılar arkamdan koştular ve hatta bulamadıklarında ikametgahımın bulunduğu Beyoğlu’na bile adam gönderdiler. Ben bu Türk namusunun daha yüzlerce misalini sayabilecek vaziyetteyim. Bizzat kendi başımdan geçen vakalar otuzdan fazladır ve bunların hiçbirinde, hiçbir zaman Türklerin harama tevessül ettiğini görmedim.” (Aubry de la Motraye, 18.YY)

1. DÜNYA SAVAŞINDA OSMANLI ARAPLARI

1.Dünya Savaşı’nda bütün cephelerde işgalcilere karşı Türklerle omuz omuza çarpışan Araplar büyük yararlıklar göstermişlerdir. Bu savaşta, sayısı 1 milyon olan Osmanlı ordusunda 300 bin Arap asker bulunmaktaydı ki bu da, ordunun 3'te 1'i etmekteydi.

Bu dönemle ilgili bir başka gerçek de, Araplar içinde milliyetçiliği başlatanların Müslüman Araplar değil, Hristiyan Araplar olmasıdır. Osmanlı yıkılırken İttihat Terakki yönetimi altında yaşanan kırılmanın sebebi ise Cemal Paşa'nın Arap halka ve ileri gelenlerine uyguladığı dehşet politikasıdır. Cemal Paşa'nın hukuk dışı bir şekilde çok sayıda Arap lideri idam ettirmesi, halklarını sürgün ettirmesi ve İttihat Terakkinin bu kritik süreçte dayatmacı ırkçı politikaları Arap halklarından Balkan halklarına kadar büyük bir tepkiye sebep olmuş ve çöküş anındaki bu zalim uygulamalar sebebiyle kalpler kırılmış ve İngiliz oyunlarıyla da karşılıklı düşmanlığa dönüştürülmüştür.

Şüphesiz ki Osmanlı Devleti'ne tarihi boyunca düşmanlık yapmış ve yıkılmasında en önemli rolü oynamış İngiltere'yi hiç bir şekilde eleştirmeyip yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğu içinde bu devlete destek vermiş ve süper güç olmasında büyük katkı sunmuş milyonlarca Arap Halklarını -devlet yıkılırken bir kaç aşiretin isyanı sebebiyle- düşman görüp "Araplar Osmanlıyı Arkadan Vurdu" diyerek geçmiş ve gelecek bütün Araplara düşmanlık pompalayanların tam da İngiltere'nin planları doğrultusunda İngiliz siyasetine ücretsiz ve gönüllü hizmet etmekte oldukları aşikardır..

Kaldı ki isyankar Şerif Hüseyin bile yayınladığı resmi isyan bildirisinde Osmanlı Sultanlarına övgüler yağdırıp hayırla yadederken, isyanlarının İttihat Terakki hükümeti ve uygulamalarına karşı olduğunu belirtmiştir.

Ne Araplık ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i zîşânın ilahî sözünü.
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyeti şeytan mı soktu zihninize?

Türk Arapsız yaşamaz. Kim ki "yaşar" der delidir!
Arabın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir.
Veriniz başbaşa, zira sonu hüsran-ı mübin
Ne Hılâfet kalıyor ortada, billahi ne din!
"Medeniyyet!" size çoktan beridir diş biliyor,
Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor.
Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ,
Ne bu şûrîde [karışık] siyaset, ne bu fâsid dâvâ?
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım çoğunuz..
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!

Mehmet Akif Ersoy

BATILI ELÇİ: "İRAN SÜREKLİ OLARAK DOĞUDAN TÜRKLERİ TEHDİT ETMESE, AVRUPA’NIN İŞİ ÇOKTAN BİTMİŞ OLACAKTI"

Şarlken adıyla da bilinen Alman İmparatoru ve İspanya Kralı Charles-Quint’in elçisi olarak 7 yıl boyunca İstanbul’da görev yapan Oger Ghislain de Busbecg, Kanuni Sultan Süleyman devrindeki Osmanlı Ordusu ile ilgili gözlemlerini şöyle anlatmaktadır:

"Türkler, tarih boyunca düşünülebilecek en kudretli orduya sahipler. İmparatorluğun bitmek-tükenmek bilmeyen bütün kaynakları bu ordunun emrindedir. Zafere alışkanlık, kazanılan sürekli zaferlerin tecrübesi, birlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve uyanıklılık bu büyük ordunun başlıca vasıflarını oluşturuyor.

Bizim ordularımız ise fakir, savurgan, yenilgiler yüzünden maneviyatını yitirmiş, disiplinsiz, başıboş, sarhoş ve tamahkâr bir halde.

Şuna eminim ki, İran sürekli olarak doğudan Türkleri tehdit etmese, Avrupa’nın işi çoktan bitmiş olacaktı.."

(Resim: Osmanlı Ordusu, 1558)

 


 

OSMANLI DÖNEMİ AYASOFYA CAMİİ
ÇANAKKALE SAVAŞINDA OSMANLI ORDUSUNUN EN RÜTBELİ KOMUTANI BAŞKUMANDAN VEKİLİ ENVER PAŞA VE OSMANLI ASKERLERİ
TÜRKLER'İN 332 YIL YÖNETTİĞİ HİNDİSTAN'DA SADECE 89 YIL TUTUNABİLEN İNGİLİZLER BABÜR TÜRK DEVLETİ'Nİ NİÇİN "MOĞOL İMPARATORLUĞU" DİYE ADLANDIRDILAR?

Türkiye Cumhurbaşkanlığı Forsundaki 16 yıldızdan birisi de büyük Babür Türk İslam Devleti'ni temsil etmektedir. Hint kıtasında tarihin en büyük devletlerinden biri olan Babür Devleti'ni kuran Türkler, bu topraklara altın çağını yaşatan, devlet yönetiminden ordu sistemine, edebiyattan kültüre, sanattan mimariye kadar eşsiz eserler bıraktı.

1526’da Hindistan’da yeni bir devir başladı. Babür’ün liderliğinde Delhi iktidarına, Türkler geçti. 1858’e kadar Kuzey Hindistan’da iktidarda kalan bu hanedanın atası Babür Şah Moğollar için; “Şu uğursuz Moğol, yağmacıdır. Yağma yapacak birilerini bulamazsa döner kendi milletini yağmalar” demesine, Türkçe konuşup, Türk kültürünü temsil etmesine ve Babür bütün dünyada yüzyıllarca Türk Devleti olarak isimlendirilmesine rağmen; İngiliz işgalinden sonra Türk gücünden korkan emperyalist İngiliz siyaseti sebebiyle batılı yazarlar tarafından Babür Türk Devleti "Moğol İmparatorluğu" olarak adlandırılmaya başlanmıştır.

Babürlüler tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar Hindistan'ı imar etti ve zenginleştirdi. Şah Cihan, eşi Mümtaz Mahal için dünyanın en güzel kabul edilen türbelerinden birini yaptırdı. Taç Mahal'in yapımı için Osmanlılardan mimar istendi ve Mimar Sinan'ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi, ekibiyle birlikte Hindistan'a gelerek 21 yılda bu şaheseri tamamladı. Ağra'da Türk mimarlar tarafından inşa edilen Taç Mahal kadar, dünyada meşhur çok az mimarî eser vardır. Osmanlı Devleti'yle ilk düzenli diplomatik münasebetler Şah Cihan tarafından başlatılmıştır. Şah Cihan'ın 4. Murad'a yazdığı mektupta "Müslüman sultanların hânı, hilâfet makamı için Allah tarafından seçilmiş ve Müslüman milletler arasında birliğin tesis edicisi" ifadelerini kullanmaktadır..

Babür hükümdarları büyük bir nüfusun yaşadığı çok milletli bu ülkede, Türk nüfusu çoğaltma politikasını benimsemediler. Üç asır boyunca azınlıkta kalan Türkler, ordunun ve devlet işlerinin dışında görev almadı. Saray ve kalelerin dışına çıkıp yerli halkla kaynaşmak yerine kapalı bir hayat yaşadılar. Bunun neticesi olarak, Türk kültürü ve Türk dili Babür'den sonra yavaş yavaş terk edilmiş ve yerini Farsça, daha sonra da Urduca almıştır. 1526'da Muhammed Babür'ün kurduğu büyük Türk-Hint İmparatorluğu, 332 yıl yaşadı ve 1858'de tarih sahnesinden çekildi. Babür İmparatorluğu'nun sınırları içinde bugün Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan devletleri bulunmaktadır.

1858'de sona eren Türk idaresinden sonra Hindistan İngiliz işgali altına girdi. 1877'de ise İngiliz Kraliçesi Victoria, resmen Hindistan İmparatoriçesi ilân edildi. Ancak Mahatma Gandi liderliğinde 1920'lerde başlayan sivil itaatsizlik eylemleri, İngiliz İmparatorluğu'nun 1947'de bölgeden çekilmesiyle sonuçlandı. Üzerinde güneşin batmadığı Büyük Britanya İmparatorluğu diye adlandırılan İngiltere, en güçlü olduğu bu dönemde Hindistan'da sadece 89 yıl tutunabildi. Türkler ise 332 yıl yönettikleri Hindistan'a Hind tarihinin en parlak dönemini yaşattılar ki Hinliler övündükleri bu dönemi altın çağları olarak kabul etmektedirler.

İngilizler önceleri "Türk Devleti" olarak adlandırdıkları halde, Türk'ün yönetici gücünden korkmaları sebebiyle sinsi siyasetleri gereği daha sonra yazdıkları tarih kitaplarında Babür Devletine "Türk Devleti" demeyi terk edip "Moğol İmparatorluğu" ismini koydular ve dünyaya da bu yalanı böyle kabul ettirdiler.

 


KARADAĞ'DA OSMANLI YÖNETİMİNİN SONU

Fatih Sultan Mehmet’in 1451 yılında tahta geçmesi ile Balkanlarda bir çok yeri fetheden Osmanlılar, 1457 yılında Medun bölgesini de aldıktan sonra, Karadağ topraklarının çevresinde bir çember oluşturmuş ve böylece Karadağ devleti kademe kademe Osmanlı topraklarına katılmaya başlamıştı.

Osmanlılar Karadağı tamamen ele geçirdikten sonra burada tımar sistemini kurdular. Üç ayrı tımar mülkünden 20.000 gümüş akçe gelir sağlanıyordu. Karadağ’ı bir “Subaşı” yönetiyordu, ama Sultan’ın Karadağ’daki valisi, Ivan Crnojeviç’in ortanca oğlu Stefan’dı. 1498 yılı sonunda, ya da 1499’un başında, Osmanlılar Karadağ’ın ayrı bölge olma statüsünü kaldırdılar ve Stefan’ı görevden alıp, Karadağ’ı İşkodra Sancağı ile birleştirdiler.

16. yüzyılda ise, Karadağ’lılara bir tür özerklik verildi. Artık onlar için sadece İstanbul’daki Babıâli’den, ya da bizzat Sultan’dan aldıkları emirler geçerliydi. Yani, Karadağlılar, eğer Babıâli onları savaşa çağırırsa Osmanlı ordusuyla beraber savaşa kalıyorlardı ama, Osmanlı’nın diğer bölgeler için atadığı valilerin hiçbiri Karadağ topraklarına ayak basamıyordu.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nda da Rusya'nın yanında yer alan Karadağ, Osmanlı ordusunun önemli bir kısmını Balkanlarda meşgul etmiş ve savaşın Rusya lehine dönmesinde büyük bir etken olmuştur. Savaş sonrası imzalanan Ayastefanos ve hemen ardından Berlin Antlaşması'yla bağımsızlığını kazanan Karadağ'da Osmanlı idaresi böylece 1878'de sona ermiştir.

Karadağ ile Osmanlı Devleti arasında Kral Nikola’nın doğum günü olan 25 Eylül 1912 tarihinde başlayan son savaşla birlikte de, Birinci Balkan Savaşı da başlamış oldu. Türkiye’nin kaderi, Karadağ ve çevresindeki diğer ülkelerin başarısı sonucunda belirlendi ve Osmanlıların Balkanlarda beş yüzyıldan fazla süren varlığı sona ermiş oldu.

 
 



Mauritius, Hint Okyanusu'nun güneybatı kısmında yer alan bir ada ülkesidir. Madagaskar'ın 900 km kadar doğusunda ve Hindistan'ın 3.943 km güneybatısındadır. Yüzölçümü 2.040 km² olup, nüfusu 1.230.602 'dir. Başkenti Port Louis'dir. Resim'de Port Louis'daki işyerlerinde ay-yıldızlı şanlı Osmanlı Bayrağını dalgalandıran, Osmanlı halifesine bağlı Hindli Müslümanlar görülmekte..
 OSMAN GAZİ'NİN DEVLET RÜYASI VE DÜNYAYI KUŞATAN ÇINAR AĞACI

Osman Gazi bir gece Şeyh Edebali'nin zaviyesinde misafir kalmıştı. O gece odasında bulunan Kuran-ı Kerim'e saygısından dolayı sabah kadar ayaklarını uzatıp yatamadı. Vakit sabah ezanlarına yaklaşırken elinde Kuran uyuya kaldı.. Dünyanın görüp görebileceği en yüce devletlerden birinin muştusunun veriliş vaktiydi bu.. Sadık bir rüya, uğurlu bir vakitti bu.. Bu kutsal vazife için seçilmişti şanlı Gazi..

"Göğsünden bir ağaç bitip büyümeye, yükselmeye başladı. Bir çınar ağacıydı bu. Büyüdükçe yeşerdi, güzelleşti. Dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kapladı.

Ulu çınarın gölgesinde dağlar, dağların dibinde pınarlar gördü. Ağacın yanında ise dört sıra dağlar gördü ki bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardı. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna çıkıyordu. Bu nehirde koca koca gemiler yüzüyordu. Tarlalar ekin doluydu. Ağaçlar meyve dolu. Dağların tepeleri ormanlarla örtülüydü. Ruy-i Zemin yemyeşil, asuman masmaviydi. Vadilerde şehirler vardı. Şehirlerde camiler arz-i didar ediyordu. Bunların hepsinin altın kubbelerinde birer hilal parlıyor, minarelerinde müezzinler ezan okuyorlardı. Ezan sesleri ağaç dallarındaki kuşların cıvıltısına karışıyordu. Bir ara ulu çınarın yaprakları kılıç gibi uzamaya başladı. Derken bir rüzgar çıkıp bu yaprakları İstanbul'a doğru çevirdi. Şehir iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki masmavi firuze ile iki yemyeşil zümrüt arasına oturtulmuş pırıl pırıl bir elmas gibiydi. Sanki bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülke gibi halkalanan bir yüzüğün kıymetli taşını andırıyordu, İstanbul.

Ve nihayet Osman Gazi Han bu yüzüğü parmağına takıyorken uyandı.."

Sabah ezanları okunuyordu..